Monday 17 February 2014

Anlamlandıramıyoruz.
İnsanlardaki bu gereksiz coşkuyu, umutsuz kahkahaları, lüzumsuz sözcük gruplarını bir türlü anlayamıyoruz. Artık çabalamayı bıraktık. Yalnızca yadırgıyoruz.

Kendimizdeki eksikliği çözmeye uğraşıyoruz. Ama asla kendimizle baş başa kalamıyoruz. Düşünceler, hayaller ve anılar peşimizi bırakmıyor. Her an, her yerde bizimleler. İsteksizlik kokan eylemlerimizle hedonist düşlerimiz bir türlü paralel ilerlemiyor. Onları uyuşturamamak bizi yormakla birlikte yıpratıyor da.

Yıpranmış, usanmış ve yorulmuş benliklerimizle bilinmezliğe, belirsizliğe sürüklenip duruyoruz ve sürüklendikçe iğrentilerimiz hoşnutluklarımızın yerini alıyor.

Saturday 15 February 2014

İnsanların büyük bir çoğunluğu ideallerini ve hayallerini hayatlarında izledikleri yol boyunca parça parça terk ederler. Ama bunu isteyerek yapmazlar, savaşmaya çalışırlar... Arkasına bakan yaşlı bir insan, nedenini bilmeden vazgeçtiği hayallerinin kalıntılarından, olmak istediği ya da olabileceği ama olamadığı şeylerin doğurduğu umutsuzluktan oluşan büyük bir mezardan başka bir şey görmez sonuçta. İnsanların kendi yollarını seçtiğini ileri süren düşünce ne kadar da yanlış. İnsan yüzlerce yol seçebilir. Ancak bunlar çıkmaz sokaklardan başka bir şey değildir.

Wednesday 5 February 2014

Hayatım eskisinden de belirsiz ve bu belirsizliğin ne zaman değişeceğini kestiremiyorum. Değişikliklerden benim kadar nefret eden ancak bir o kadar da seven başka bir insan daha var mıdır acaba?

Kendimi bildim bileli bana hep ağır olmam, kendimi kaptırmamam, çok sevmemem söylendi ve her zaman tedbirli olmam öğretilmeye çalışıldı. Çünkü eğer birine tamamıyla güvenirsem, insanları kalbimin etrafına inşa edip üstlerine üç sıra zincir vurduğum kapılardan içeri alırsam eninde sonunda çok üzülmem kaçınılmaz olurdu, çok incinir ve çok yıpranırdım. Kapılarımı açmamaya gereğinden fazla özen göstersem bile, hiçbir söyleneni hiçbir zaman doğru düzgün beceremedim. Bu beceriksizliğim bütün kalbimi yerle bir etti bir defasında.
Ben de kalbimle birlikte bütün hislerimi de tuzla buz etmem gerektiğini düşünüp bütün güzel duygularımı teker teker, öc alırcasına, mizantrop olmama ramak kala öldürdüm. Tek bir kapıyı bile aralık bırakmadım. Zamanında söylenenlere kulak asamamanın pişmanlığı, gri bulutlarla kasvetli bir hava gibi cansız şeylerle, müzik gruplarıyla, kitap kahramanlarıyla doldurup onarmaya çalıştığım kalbimin üzerine çöktü.

Peki ya şimdi?

Kimse düşerek bir yerini incitmemiştir, asıl zararı veren sonundaki durma anıdır. Kimse koşarken yorulduğunu hissetmez ama durduktan sonra ölümden son anda kurtulunmuş gibi soluk almaya başlanır.

Sevmek. Belki de bunu diğerlerinden ayıran bir kilit nokta vardır. Ve belki de o nokta sonunda incineceğimizin farkında olup sevmeye başlamamızdır.
Yalnız gözden kaçırdığımız bir şey var. Yine dönüp dolaşıp aynı yere geldik işte: "elimde değil." İsteyerek yapılan, elde olan bir şey değildir ki bu.
Seversin ya da sevmezsin. Bu öyle bir eylemdir ki zamanı bile görmezden gelir. İlk görüşte aşkların, uzun süre birini sevmeye çabalayıp sevemeyişimizin nedeni de budur.

Sevilmek insanı hoşnut hissettirir, sevilmemekse acınası.

Efendim? Söylenenleri uygulayıp uygulayamadığımı mı sordunuz? Hayır, o konuda hala yeteneksizliğimi koruyorum. Kalbim ise odamdan daha dağınık.

Kulaklığımdan melodiler eşliğinde "I love you even more than I did before, but darling, what can I do if you don't love me? And I always be crying, crying over you." sözleri yükseliyor. Ve ben yazıyı artık bitirmem gerektiğini düşünüyorum.

Umarım kalplerinizin kapıları hep açık, hayalleriniz hep sağlam kalır.


(Bahsi geçen şarkı)

Sunday 2 February 2014

bir kaçış yöntemi ol(may)arak: intihar

Albert Camus intiharı kaçış ve absürt olarak görse de absürdizmde katılamadığım tek nokta bu olsa gerek. 
Bunca güzel insanın intihar etmesini kaçış olarak nitelendirmemizin yanlış olacağını düşünüyorum.
Sigara bir kaçıştır, müzik bir kaçıştır, yazmak, çığlık atmak, araba sürmek, uyuşturucu, uyumak, içmek... Bunların hepsi kaçış sayılabilir. Ama intihara hayattan kaçış diyemeyiz çünkü en inançtan yoksun insan bile ölüm korkusu taşır. Yaradılışının gereği her insan ölümden korkar ve yaşarken de her insana ölümden sonra olacaklar hakkında kaygılanması öğretilir.
Ama hayatını sonlandırmaya karar veren bir insan bunların hepsini boş vermiştir. Hayatın anlamsızlığını en acı biçimde öğrenmiş ve "En kötüsü bile bundan iyidir" diyerek bütün kaygılarını ve korkularını saf dışı bırakmıştır. Zamanla unutulup gidecek olan yaşantısını ve ardında bırakacağı insanları umursamayacak kadar körelmiş ve yıpranmıştır duyguları. İçinde bulunduğu labirentte bir çıkış yolu bulamadığından artık nefes almakta zorlanır olup, bir yol aramaktan zonklayan ayaklarıyla bütün labirenti yok etmeye niyetlenir.
Bütün cesaretini toplayıp bir daha hiç olmayacağı kadar cesurlaştığında da tetiği çeker, kendini bırakır, hapları yutar ve bedenini çürümeye bırakır. Ruhuna ne olacağı bilinmez bir sırdır. 
Böylesine trajik bir olay da umutsuzluk, dram hatta belki bazıları için kurtuluş bile olabilir ama asla bir kaçış olamaz. Çünkü bu olay kaçıştan çok daha fazlasıdır.