Monday 1 September 2014

şarkılar, hayatın gariplikleri ve daha birçok şey

Bir Salı Akşamı

Şaka gibi. Zaman çok hızlı geçiyor. Zaman uyumaya çalışırken ve yazarken çok hızlı geçiyor. Ama beklerken ve bazı yalnız olduğum zamanlarda da geçmek bilmiyor.
Hangisi daha önemli? Kim olduğun mu, nasıl o hale geldiğin mi?

Bugün insanlarla şarkıların ortak yönlerini fark ettim. En sevdiğimiz şarkılar, en sevdiğimiz/içten bulduğumuz insan tipleri; en sevmediğimiz şarkılar mutsuz olmamıza neden olan insanlar.
Arada sırada aklımıza gelen, özleyip dinlemek istediğimiz ama dinleme imkanımızın olmadığı şarkılar eski sevgililerimiz. Her dinlediğimizde gözlerimizi dolduran, canımızı acıtan şarkılar yaşayamadıklarımız, bütün o yaşanamayan aşklar ve acılar.

Çok sevdiğim bir şarkı var şimdi; her an aklımda, her dakika dilimde. Kimseyle paylaşamadığım, bana özel olmasını istediğim bir şarkı. Sözlerinde, melodisinde kendimi ve huzuru bulduğum en sevdiğim şarkım. Ben bu şarkıyı o kadar çok sevdim ki ömrümün sonuna kadar onu dinlemek, başka hiçbir şarkıdan haberdar olmamak istediğime inanıyorum. Belki dinlesem bir süre sonra diğer şarkılarda olduğu gibi sıkılacağım, veya sıkılmamak için bilerek dinlemeye son vereceğim. Ama bu şarkıyı bir türlü dinleyemiyorum ve bu dinleme isteğimi artırmaktan başka bir işe yaramıyor. Zaman geçtikçe özlemeye başlıyorum.
Unutamayacağım ve dinleyemediklerim hep içimde bir yerlerde kalacak.
Yaşadıklarımı unutamayacağım. Doyasıya dinleyemediğim şarkımı hep hatırlayacağım.
Şarkımı. Benim.
Onu her zaman hatırlayacağım.

49 Gün Sonra

Kalabalık beni bunaltıyor. Uzun süre insanlar arasında kalmaya maruz kalınca birçok şeyin anlamını yavaş yavaş yitirdiğine tanık oluyorum.

Mesela insanların yemek masasında birbirlerinin ne, ne şekilde, ne miktarda yediklerine dikkat edip bunun hakkında yorumda bulunmaları. Ne gerek var?

Susuyorum. Çünkü kimsenin hakkımda bir şey bilmesine gerek yok. Düşüncelerimi ve hissettiklerimi bilmelerinin hiçbir gereği yok. Çünkü doğru düzgün becerdikleri yok. Zaten istekleri de yok. Benim de anlatmaya hevesim yok.
Yok, yok, yok.
Hiçlikte huzur bulamıyorum.
Nihilist olamıyorum.
Çünkü hiç, yoktan iyi değil.

7 Gün Sonra

Tuhafım. Keşke ona aşık olmasaydım, keşke onun normal bir arkadaşı olsaydım. Her şey değişecek. Değişim. Delirim. Değişimin delirtme etkisi. Bu etkiye beklenen kişiden beklenmedik tepki.

Tuhafım. Her şey değişti. Keşke düşüncelerimi kontrol edebilseydim. Keşke dalıp gitmelerime bir son verebilsem. Keşke ayağımın sallanmasını durdurabilsem. Sıkıştım kaldım. Kur-tu-la-mı-yo-rum.

Tuhafım. Boşlukta ve yalnız hissetmeme rağmen yemek yemek istemememi de garipsiyorum. Boşluk. Doldurul(a)mayacak koca bir boşluk.

Umursamazlık ve önemsemezlik tuhaf.
Düşüncesizliğin karşılığı neden hep düşünmek oldu?

Tuhafım. Her şey tuhaf.
Buna bir son vermek gerek.

14 Gün Sonra

"I know that you're timid but it's gonna be alright this time." 

O gece onunla konuşurken She's Gone şarkısı çalıyordu, şu an olduğu gibi. Bu şarkıyı ne zaman dinlesem aklıma o gün ve o gün hissettiklerim geliyor. O zaman, o anı yaşarken bile böyle olacağını biliyordum ama yine de engel olmamıştım. Normalde bu şarkıyı sık dinlemezdim fakat o günden sonra bendeki bütün anlamsızlığını yitirdi. Şu an bütün o sözler ve melodi bana o kadar içten ve acı dolu geliyor ki.

Bunu biraz enteresan ve mümkünat dışı buluyorum. Bir gün biriyle tanışıyorum, onunla gülüyorum, onun için ağlıyorum, ona yazıyorum, ona bağımlı hale geliyorum, nasılsa beni hayallerimin gerçekleşeceğine inandırıp bazı isteklerimin farkına varmamı sağlıyor ve bunları farkında bile olmadan, hiçbir çaba sarf etmeden yapıyor...

Hiçbir zaman karşılık almayacağımı -başından beri- bildiğimden ve onun bundan rahatsızlık duyduğunu düşündüğümden her ne kadar aksini iddia etsem de buna kendimi bir türlü inandıramıyorum işte! Onu seviyorum.

Yaşadığım aşk, hayatımın sevgi bulmuş hali. Nasıl yaşıyorsam öyle seviyorum. İkisinin de anlamsız olduğunun farkındayım, buna rağmen ikisini de sonlandıramıyorum. İkisinin sonunda da bana bir ödül vermeyecekler veya herhangi bir bedel ödemeyeceğim, ara sıra ikisine de son vermek istesem de -intihar mı, tabii ki! bunu herkes düşünür- bunu yapacak cesareti kendimde bulamıyor ve derinlerde bir yerlerde sonlandırmak istemediğimi biliyorum. Bazen -yaşadığıma ve sevdiğime- memnun oluyorum ve "iyi ki!" diyorum, çoğu zaman da ikisini de görmezden gelmeye çalışıyorum. İkisinin de bir gün biteceğini anlıyorum ama bitince olacakları anlamlandıramıyorum, yine de tahmin etmek pek de zor değil: boşluk, karanlık ve sessizlik.

Belki de hep olmak istediğim yer.

64 Gün Sonra

Az önce çekmecemi düzenleyeyim derken eski anılarda boğuldum. Onu sevdiğim zamanları hatırlatan şeylerle karşılaştım ve kendimi özlem dolu, biraz da garip hissettim. Yaptığım bazı şeylerden dolayı yoğun bir şekilde utanç duyuyorum. Hatırladıkça veya yaptıklarımı düşündükçe kendimi küçük düşmüş hissedeceğim ama bu duyguyla yüzleşmeliyim.
Ne salaktım! Ne kadar saf ve optimisttim.

2 Gün Sonra, Bir Pazar Akşamı

Klasik bir pazar gününde klasik bir melankoli ile klasik şeyleri düşünüp klasik hüzünlenmeler yaşıyorum.

Eski günleri özledim. Eski O'nu özledim. Eski anılarımı özledim. Hayat ne enteresan. Yaşamak ne enteresan. Oysaki hiçbir şey değişmedi. Her şey durağanlığını koruyor. Günler aynı, O aynı, aramızdaki arkadaşlığımız bile aynı. Sadece benim onlara bakış açım değişmiş olmalı ve bunu da onları değişmekle suçlayarak yadsımaya çalışıyorum.

Anılar. Geçmiş. Özlem. Yaşanmışlık. Anahtar kelimeler bunlar. Hepsini birleştirince bir yere varıldığı da yok.

"Neden" sorusuna "Kader, öyle olması gerekiyordu" cevapları, "Nasıl" sorusuna da "Zamanla" cevabı verilerek bir ömür geçirilebilir. Bunların hepsi geçiştirici, boş cevaplardır. Klişe olmalarının bir nedeni var. Ne yazık ki hiçbir şey zamanla iyiye gitmez, çünkü zamanla her şey değişir. İyiye gittiğini sandığımız şeyler yararımıza olan küçük değişimlerdir. Hapishaneden yeni çıkmış biri hayatının iyiye gideceğini düşünebilir, ama başka biri için hapishaneye girmeyi gerektirecek bir suç işlemek hayatını bitirmek demektir ve sonrasında ne yaparsan yap "suçlu" olarak kabullendiğin toplum kimliğinden kaçamazsın. Bu nedenle hayat hiçbir zaman iyiye gitmez. Bu sadece bir yanılsama, bir illüzyon.