Sunday 15 February 2015

Eddie

Merhaba, ben Eddie: bilinmeyen bir zamandan, bilinmez suları aşıp bilinmez tarlalardan geçerek ulaşacağınız bilinmeyen kıtalardan bir kişi. Yeşil alan o kadar çoktur ki burada, haritada olsa yemyeşil görünürdü buralar içerisinde barındırdığı insanlar bilinmeden. İklimi ılıman olurdu, ayların çoğu ılık ve yağmurlu geçtiğindendir ki toprakları da bereketli. Sokak köpeklerinin sayısı o kadar fazladır ki sokak başına iki köpek düşer en az. Fazla havlamazlar ama ne kadar üzgün ve yardıma muhtaç olduklarını belli eden bakışları vardır. Başlarını okşarsanız peşinize takılabilirler ve o zaman da siz durana veya gözlerinin içine öfkeyle bakana kadar size eşlik ederler. Köpekleri sever misiniz? Hayır mı? O zaman büyük ihtimalle burada yaşıyor olmak size yaramazdı. 1-2 mutlu ay geçirdikten sonra peşinize takılan yavru köpekler sizi rahatsız etmeye başlar, başlarda bunu umursamazdınız. Sonraları bu o kadar sinir bozucu bir olay haline gelirdi ki; köpekleri, ıslak kaldırımları, ayakkabılarınızdaki çamur izlerini, depresif ve mutsuz yağmur bulutlarını, buranın yabancısı olduğunuzu her fırsatta belirtmekten asla kaçınmayıp içten içe bundan hoşnutluk duyan yerlileri bahane edip nereden geldiyseniz oraya geri dönerdiniz ve döndüğünüz yerde her karşılaştığınız insana buranın ne kadar aşağılık, yok edilesi bir yer olduğunu anlatıp sizi duyabilecek olanları umursamadan küfürler savururdunuz.

Benim adım Eddie ama okulda bana Teleddie derler. Televizyon ve Eddie kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur bu lakap. Fazla televizyon seyrettiğimden bu davranışımı ismimle bütünleştirmeyi seçtiler. Her ne kadar 18-25 yaş arası insanlardan oluşan bir okulda insanları etiketleme alışkanlığının sürmesini gülünç bulsam da lakabıma alıştım, hatta onu benimsedim diyebilirim. Burası yalnızca en zekilerin bulunduğu; rekabetin, nefretin, sahteliğin, gülümseyişlerin hat safhada olduğu bir okul. Okulun kapısından içeri girince insanları birbirlerinden ayırt etmekte zorlanabilirsiniz çünkü herkes birbirinin aynısıdır. Kabul edilme ve dışlanmama korkusu bürümüştür hepsini, bundan olsa gerek ki biri ne yaparsa diğeri de aynısını yapar. Özgün olduğunuzda ise “Teleddie” gibi lakaplarla farklı olduğunuz size her hitap edildiğinde yüzünüze çarpılır. Burası dizilerde gördükleri gerekli-gereksiz her şeyi kendilerinde denemeyi seven, sonsuza kadar Amerikan özentisi ruhlarında yaşamaya mahkûm kalıp hiçbir zaman değişemeyecek olan, en ciddi durumlardan bile hakkında gülünebilecek küçük ayrıntılar çıkarabilen, önemsiz alıcı topluluğu. Bin bir hakaret ve aşağılamadan sonra eve gelince film arşivimden bir film koyup izliyorum. Bambaşka hayatlara, bambaşka dünyalara yolculuk edip bir sürü olay deneyimliyorum; kendimi özdeşleştirdiğim karakterler birer birer yok olurken bana benzeyenlerin olaylar karşısında tepkilerini seyredip kendimi güçlü, bağımsız ve yıkılamaz hissediyorum. Ortamlarda ve mekanlarda yalnızlaştırılsam da yanımda yürüyen sokak köpeği ve aklımdaki dizi kahramanı Jessie sayesinde kendimi yalnız hissetmiyorum: Ben bir klon değilim, oyunlarının bir parçası değilim, teslim olmuyorum, pes etmiyorum ve rol yapmıyorum. Hiç kabul edilmek uğruna olmadığınız biri gibi davrandınız mı? Demek davrandınız. Peki ya neden? Hiç yabancılık çekerek katıldığınız bir gruba itaat etmek zorundaymışsınız gibi hissedip, gitgide grup üyelerine dönüştüğünüzü fark ettiniz mi? Sevmek ve sevilmek için, düşündüğünüz kadar iyi biri olduğunuza kendinizi inandırmak isterken aslında kendinizi kandırdığınızı fark ettiğiniz oldu mu? Neden bahsettiğimi anlamıyor musunuz? Öyleyse belki de susmalıyım. Sonsuza dek yaşayacaklarını varsayıp kurdukları dostlukların zamanla insanın içini kemiren düşmanlıklara dönüşeceğini ama alışmışlığın getirdiği rahatlıkla bunu inkâr edecekleri zamanı gözlerimizle göreceğiz. Onlardan ayrı zaman geçirerek izlediğim bütün belgesellerin, bütün dizilerin, bütün filmlerin bana, Eddie’ye kazandırdıklarını sıralamak onların gözünde bana taktıkları lakabın ne kadar yerinde ve doğru olduğunu kanıtlamaktan başka bir işe yaramaz. Ben dün gece haberleri seyrederken gördüğüm, feci bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetmiş olan bir kızdan bahsederken onlar kafalarında kızın güzellik derecesini hesap ederler çünkü bu yörenin insanları böyledir. Tek coşkuları kentin çıkışındaki, çimleri teker teker ezerek ulaşılan, dışı kötü bir şekilde siyaha boyanmış, köhne bardaki eğlence geceleri olan bu insanlar için şarap; cennetin insanlara olan en büyük armağanıdır. Yoksa siz de mi böyle eğlencelerin insanısınız? Sabah gelen baş ağrısının yaşanılan o geceye değdiğini söylüyorsunuz. Öyleyse şunu bilmeme de izin verin, o geceye dair neleri hatırlıyorsunuz? Benimle tanıştığınıza memnun olmadınız mı? Kaba birisiniz, neden böyle düşünüyorsunuz? Demek benim biraz kaçık olduğumu düşünüyorsunuz. Güzel bir cevap, aynı zamanda akıllıca. “Kaçık” kadar güçlü bir kelime kullanınca “biraz” sıfatıyla yumuşatmaya çalıştığınızı anladım, ama buna gerek yoktu. Kaba olduğunuzu belli etmiştiniz zaten. Artık susmamı mı istiyorsunuz? Haklısınız, “susmalıyım” dedikten sonra bile konuşmaya devam ediyorum. Çünkü ben sussam da beynimin içindekiler susmuyor. Bir süre sonra o kadar hızlı ve fazla konuşuyorlar ki susmaları için aspirin alıyorum. Sizin beyninizde kimse konuşmuyor mu? Eğlence insanı olmanızdan bunu anlamalıydım. Veda vaktinin geldiğini söylüyorsunuz. Öyleyse belirtmeliyim ki ben de sizinle tanıştığıma memnun olmadım. Bana yalnızca bu yörenin insanlarının değil, bütün insanların aynı olduğunu öğrettiniz. Bunun için size teşekkür edemiyorum. Siz yine de hoşça kalın, eğer becerebilirseniz. Çıkarken kumandayı uzatmayı unutmayın.