Merhaba, ben Eddie: bilinmeyen bir zamandan, bilinmez suları
aşıp bilinmez tarlalardan geçerek ulaşacağınız bilinmeyen kıtalardan bir kişi.
Yeşil alan o kadar çoktur ki burada, haritada olsa yemyeşil görünürdü buralar
içerisinde barındırdığı insanlar bilinmeden. İklimi ılıman olurdu, ayların çoğu
ılık ve yağmurlu geçtiğindendir ki toprakları da bereketli. Sokak köpeklerinin
sayısı o kadar fazladır ki sokak başına iki köpek düşer en az. Fazla
havlamazlar ama ne kadar üzgün ve yardıma muhtaç olduklarını belli eden
bakışları vardır. Başlarını okşarsanız peşinize takılabilirler ve o zaman da
siz durana veya gözlerinin içine öfkeyle bakana kadar size eşlik ederler.
Köpekleri sever misiniz? Hayır mı? O zaman büyük ihtimalle burada yaşıyor olmak
size yaramazdı. 1-2 mutlu ay geçirdikten sonra peşinize takılan yavru köpekler
sizi rahatsız etmeye başlar, başlarda bunu umursamazdınız. Sonraları bu o kadar
sinir bozucu bir olay haline gelirdi ki; köpekleri, ıslak kaldırımları,
ayakkabılarınızdaki çamur izlerini, depresif ve mutsuz yağmur bulutlarını,
buranın yabancısı olduğunuzu her fırsatta belirtmekten asla kaçınmayıp içten
içe bundan hoşnutluk duyan yerlileri bahane edip nereden geldiyseniz oraya geri
dönerdiniz ve döndüğünüz yerde her karşılaştığınız insana buranın ne kadar
aşağılık, yok edilesi bir yer olduğunu anlatıp sizi duyabilecek olanları
umursamadan küfürler savururdunuz.
Benim adım Eddie ama okulda bana Teleddie derler. Televizyon
ve Eddie kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur bu lakap. Fazla televizyon
seyrettiğimden bu davranışımı ismimle bütünleştirmeyi seçtiler. Her ne kadar
18-25 yaş arası insanlardan oluşan bir okulda insanları etiketleme
alışkanlığının sürmesini gülünç bulsam da lakabıma alıştım, hatta onu
benimsedim diyebilirim. Burası yalnızca en zekilerin bulunduğu; rekabetin,
nefretin, sahteliğin, gülümseyişlerin hat safhada olduğu bir okul. Okulun
kapısından içeri girince insanları birbirlerinden ayırt etmekte
zorlanabilirsiniz çünkü herkes birbirinin aynısıdır. Kabul edilme ve dışlanmama
korkusu bürümüştür hepsini, bundan olsa gerek ki biri ne yaparsa diğeri de
aynısını yapar. Özgün olduğunuzda ise “Teleddie” gibi lakaplarla farklı
olduğunuz size her hitap edildiğinde yüzünüze çarpılır. Burası dizilerde
gördükleri gerekli-gereksiz her şeyi kendilerinde denemeyi seven, sonsuza kadar
Amerikan özentisi ruhlarında yaşamaya mahkûm kalıp hiçbir zaman değişemeyecek
olan, en ciddi durumlardan bile hakkında gülünebilecek küçük ayrıntılar
çıkarabilen, önemsiz alıcı topluluğu. Bin bir hakaret ve aşağılamadan sonra eve
gelince film arşivimden bir film koyup izliyorum. Bambaşka hayatlara, bambaşka
dünyalara yolculuk edip bir sürü olay deneyimliyorum; kendimi özdeşleştirdiğim
karakterler birer birer yok olurken bana benzeyenlerin olaylar karşısında
tepkilerini seyredip kendimi güçlü, bağımsız ve yıkılamaz hissediyorum.
Ortamlarda ve mekanlarda yalnızlaştırılsam da yanımda yürüyen sokak köpeği ve
aklımdaki dizi kahramanı Jessie sayesinde kendimi yalnız hissetmiyorum: Ben bir
klon değilim, oyunlarının bir parçası değilim, teslim olmuyorum, pes etmiyorum
ve rol yapmıyorum. Hiç kabul edilmek uğruna olmadığınız biri gibi davrandınız
mı? Demek davrandınız. Peki ya neden? Hiç yabancılık çekerek katıldığınız bir
gruba itaat etmek zorundaymışsınız gibi hissedip, gitgide grup üyelerine
dönüştüğünüzü fark ettiniz mi? Sevmek ve sevilmek için, düşündüğünüz kadar iyi
biri olduğunuza kendinizi inandırmak isterken aslında kendinizi kandırdığınızı
fark ettiğiniz oldu mu? Neden bahsettiğimi anlamıyor musunuz? Öyleyse belki de
susmalıyım. Sonsuza dek yaşayacaklarını varsayıp kurdukları dostlukların
zamanla insanın içini kemiren düşmanlıklara dönüşeceğini ama alışmışlığın
getirdiği rahatlıkla bunu inkâr edecekleri zamanı gözlerimizle göreceğiz.
Onlardan ayrı zaman geçirerek izlediğim bütün belgesellerin, bütün dizilerin,
bütün filmlerin bana, Eddie’ye kazandırdıklarını sıralamak onların gözünde bana
taktıkları lakabın ne kadar yerinde ve doğru olduğunu kanıtlamaktan başka bir
işe yaramaz. Ben dün gece haberleri seyrederken gördüğüm, feci bir trafik
kazası sonucu hayatını kaybetmiş olan bir kızdan bahsederken onlar kafalarında
kızın güzellik derecesini hesap ederler çünkü bu yörenin insanları böyledir.
Tek coşkuları kentin çıkışındaki, çimleri teker teker ezerek ulaşılan, dışı
kötü bir şekilde siyaha boyanmış, köhne bardaki eğlence geceleri olan bu insanlar
için şarap; cennetin insanlara olan en büyük armağanıdır. Yoksa siz de mi böyle
eğlencelerin insanısınız? Sabah gelen baş ağrısının yaşanılan o geceye
değdiğini söylüyorsunuz. Öyleyse şunu bilmeme de izin verin, o geceye dair
neleri hatırlıyorsunuz? Benimle tanıştığınıza memnun olmadınız mı? Kaba
birisiniz, neden böyle düşünüyorsunuz? Demek benim biraz kaçık olduğumu
düşünüyorsunuz. Güzel bir cevap, aynı zamanda akıllıca. “Kaçık” kadar güçlü bir
kelime kullanınca “biraz” sıfatıyla yumuşatmaya çalıştığınızı anladım, ama buna
gerek yoktu. Kaba olduğunuzu belli etmiştiniz zaten. Artık susmamı mı
istiyorsunuz? Haklısınız, “susmalıyım” dedikten sonra bile konuşmaya devam
ediyorum. Çünkü ben sussam da beynimin içindekiler susmuyor. Bir süre sonra o
kadar hızlı ve fazla konuşuyorlar ki susmaları için aspirin alıyorum. Sizin
beyninizde kimse konuşmuyor mu? Eğlence insanı olmanızdan bunu anlamalıydım. Veda
vaktinin geldiğini söylüyorsunuz. Öyleyse belirtmeliyim ki ben de sizinle
tanıştığıma memnun olmadım. Bana yalnızca bu yörenin insanlarının değil, bütün
insanların aynı olduğunu öğrettiniz. Bunun için size teşekkür edemiyorum. Siz
yine de hoşça kalın, eğer becerebilirseniz. Çıkarken kumandayı uzatmayı
unutmayın.